29 Temmuz 2012 Pazar

İçersin...

                                   
                                
                                 '' İçki meselesi bu '' diye düşündüm kendime bir içki alırken.
                                        '' Eğer berbat bir şeyler olmuşsa, unutmak için içersin;
                                             İyi bir şeyler olursa kutlamak için içersin
                                       Ve hiç bir şey olmamışsa, bir şeyler olması için içersin ! ''
                         
                                                                CHARLES BUKOWSKİ

14 Temmuz 2012 Cumartesi

İçimde kalan zor bir cümle; Özür dilerim !



Şimdiye kadar üzdüğüm, kırdığım, kızdığım hatta kırıldığım herkesten özür diliyorum. Onların bundan haberi olsa da olmasa da..

Bakkala 25krş. verdiğimde ''3 sakız al'' dediğinde teşekkür etmediğim amcadan, otobüste para üstüyle birlikte biletimi verdiğinde yüzüne bile bakmadığım geçtiğim muavinden, dolmuşa bindiğimde ''Günaydın!'' demediğim ya da diyemediğim bütün o insanlardan özür dilerim..
                                     
Kayıtsız kaldığım sokak çocuklarından, önlerinden geçerken kulaklığımı çıkartmaya tenezzül bile etmediğim müzisyenlerden de çok çok özür diliyorum.

Beni ben yapan insanların hayatımdan birer birer ne kadar canımı acıtsa da, göz bebeğim mavi oluyor hala yukarıdaki maviliğe bakınca...

Bunun yanında, beni kırdığında özür dilemesini beklediğim ve sevgimi hak etmediğini bildiğim halde sevmeye ısrarla devam ettiğim onca insandan da özür dilerim.

Yapılması gerekenler yapılmış, yakılması gereken gemiler yakılmıştı. Ve yakmaya kıyamadığım gemileri ellerimle bıraktım başka limanlara. Belki bir gün dönmek isterler de yolu kaybederler diye, Hansel'in kurnazlığını taklit ederek; ekmek kırıntıları bıraktım geçtiğim kaldırımlara...

Ve son olarak henüz tanımadığım birisine teşekkür borcum var... Gelecek günlerde tanışacağım ve bendeki yapbozun eksik parçasını tamamlayacak o insana şimdiden teşekkür ederim...

30 Haziran 2012 Cumartesi

Biz Ne Zaman Büyüyeceğiz ?

İnsan ne zaman büyür? Ne zaman kendi başına dolmuş parasını verebilecek ve inerken de ''müsait bir yerde inebilir miyim?'' diyebilecek yaşa gelir, mesela koskoca 17 sene beni büyütmek için yeterli mi?


Biraz önce ilk okulda oynadığımız ve şimdilerde birçoğumuza saçma gelebilecek bir oyun geldi akıma. İsmi''Dansa Kaldırmaca''
-Neden oynadığımız oyunların hep ''-ca'' ile bittiğini hiç anlamamışımdır. ''Yakalamaca, kovalamaca, ebelemece vs. '' -


Dansa Kaldırmaca... Oyun şu şekilde oynanır;
Biz kızlar tahtanın önünde sıraya geçeriz. Baylar ise karşımızda sıraya geçerler ve sıra ile her erkek bir kızı dansa kaldırır. Bu oyunda ''sona kalmak'' diye bir acı gerçek vardır. O en son kalan minik bayan ne hissetmiştir, gururu kırılmış mıdır?
Peki ya ilk seçilen küçük bayan, egosu yükselmiş midir, ego kelimesinin anlamını biliyor mudur? Saçlarını savurup bakmış mıdır diğerlerine filmlerdeki kötü kadınlar gibi?

Küçükken yaşadığımız bir çok saçma şey, şu anda bizi biz yapan şeyler değil mi? Peki ya neden saçma buluyoruz...

Büyüdük mü gerçekten şimdi biz, bundan 17 yıl sonra geri dönüp baktığımda ve bu yazıyı ''saçma'' bulduğumda ben gerçekten büyümüş mü olacağım?

Bir şey daha var, cam buğularına kalp çizdiğimiz o günler, neden aklımızdan çıkmıyorlar hiç, 17 sene sonra da böyle mi olacak?

Geçtiğimiz asfalt yollar, arnavut kaldırımlar, caddeler ve sokaklar, her gül önünden geçtiğimiz apartmanlar; bir gün bize büyüdüğümüzü hissettirir mi?

Ve kaç yaşına gelirsek gelelim, ister 17 ister 67 yaşında olalım aslında biliriz; gök kuşağımız o eski pirinç kavanozundadır ve bizi bekliyordur... 

1 Haziran 2012 Cuma

İçimde Sıkışıp Kalan Bir Çocuk Olacak Ben Büyüdüğümde


Gözleri vardı çocuğun, siyahlar içinde bile bembeyaz gökyüzünü görebilen gözleri, büyüdü sonradan... Herkes gibi büyümüştü oda, büyümek kötü şey derdi içinden; büyümekten korkardı içten içe ama korkusunu belli etmeyecek kadar gururluydu. Dağları aşıp yollara düşecek kadar cesurdu ufacık yüreği ama izin vermiyordu dünya.. Gökyüzüne bakınca unutmuyordu artık her şeyi. Bulutları kedilere, köpeklere hatta kaplumbağalara benzetemiyordu bile. Korkuyordu büyümekten içten içe. Büyüdü çocuk, artık o eski bayramlar yoktu, uyanmak güzel gelmiyordu erkenden. Yollara düşmek istemiyordu artık. Hatta gökyüzüne bile bakmıyordu. Unutmuştu gök kuşağının renklerini çoktan. Hayattaydı ama eksikti, eksiliyordu kalbinden bir şeyler. Hissetmek acı veriyordu. Bir baloncu görünce oradan uzaklaşıyordu mesela. Oysa küçükken böyle miydi? Küçükken bir baloncu görünce hemen koşardı arkasından, alamazdı belki ama kilometrelerce yürürdü baloncu ile birlikte; yolunu kaybedene kadar. bunları düşünürken sadece tek bir şey yapması gerekiyordu aslında, atladığı ufacık bir nokta vardı. Tekrar aynı inançla bir kez daha gökyüzüne baksaydı eğer küçük kalacaktı gözleri, kalbi, ruhu. Küçük kalacaktı çocuk.

29 Şubat 2012 Çarşamba

Benim Güzel Hatalarım Var !


Ve kendime yapabileceğim en boktan şeyi yaptım. Eski sevgilimle buluştum.
İlk gördüğüm günü hatırladım O'nu; Ankaranın güzide mekanlarından Şilan'da görmüştüm onu ilk kez.


Hala o gün ki gibiydi, biraz uzamış saçları; dümdüz. Unutmuş herşeyi çoktan. Benimse aklımda hala, hala hatırlayınca içim burkulur. Sorunum budur belki, nasıl bir bağ kuruyosam insanlarla aramda, bir sene sonra bile gelip hayatıma sıçabiliyo.


Ama iyi bir yanı oldu O'nu görmemin Bay Hipermeni unuttum bir anda. '' Ne ayran gönüllüsün kızım yeaaeaa '' dedim kendime ama, hoşuma da gitmedi değil bu durum.


Bana yaptığı onca şeyden sonra bile yüzünü aklıma getirince hala gülümsüyorum ya!! Off neden böyleyim ki. Neden ağzıma sıçan herkese bağlanıp; bağlanan herkesin ise ağzına sıçıyorum ki !


Bu arada bu kadar küfür etmeye devam edersem, benim ağzıma ....


Neyse ne diyordum, ha bu durumdan sıkıntı çeken bir ben varım, o bitirmiş herşeyi; rahat. Ben, ben hala aceba değişmişmidir diye avutuyorum kendimi.


Ama bir bir yüzüne vurdum bana yatıklarını, içim yağları eridi valla. Nasıl kızardı karşımda. Ama sonra 'aceba söylemesemiydim, söylemesem daha mı iyi olurdu' diye yedim bitirdim kendi kendimi.


Anladım ki tuz, biber oluyorum kendi mutsuzluğuma. Ben bu hataları yaptığım sürece mutsuz olacağım ve bu mutsuzluğun sebebini de hayata yükleyeceğim.


Ama insan hata yapmadan büyür mü?



26 Şubat 2012 Pazar

O hep sade kahvem kadar acıydı. Sadece, ben şimdi fark ettim.

Bu ara kendimle fazlaca yüzleşiyorum. Salak saçma hareketlerimin nedenini bilip yine de kendimi kandırmam hayatı kolaylaştırıyormuş meğer. Bir bir şok etkisi yaşatıyorum kendime, kabul edemediğim inatla hayır ben bu değilim dediğim şeyleri kabul ediyorum şimdi. Geceleri uyuyamıyorum ama her şeyle yüzleşince; taki yüzleşecek bir şey kalmayana kadar yüzleşince her şeyle , biliyorum geçecek, bitecek her şey...


Kahve en yakın arkadaşım oldu. Severdim kendisini zaten ama bir samimiyet, bir mıç mıç, öyle dolanıyoruz ortalarda...


Arada bir Dumana kayıyor aklım ama yok diyorum ' sen ve o ' olmaz, olamaz. Kendimi durdurmak ne kadar da zormuş arkadaş! Zaten canımı yakan yakana birde ben tuz biber oluyorum kendime...


Hani insan yastığa başını koyup düşünmeye başladığında utandığı bir olay geçer de aklından; gözünü kırpıp başını yana çevirir ya, öyle dolanıyorum etrafta.


İnsanlara bunları anlatarak onları sıkmak istemiyorum, hem zaten anlatılacak pek bir şey de yok. Hiç olmadığım kadar takıntılı bir insan olup çıktım yemin ederim..


O vatandaş dönse iki dakika düşünmeden atlarım boynuna. Ulan uyuz oluyorum kendime! ''Adam seni ortada bırakmış daha neyin kafasını yaşıyorsun'' diyorum kendime, ama işe yaradığını söyleyemem.


Ben O'nu '' İstersen sade kahvem kadar acı olabilirsin. Baktığım beyazlık kadar masum ol, yeter bana'' deyip, omuzunda ağlayacak kadar çok seviyorum...

17 Şubat 2012 Cuma

Rüzgar Gülü Deyişini Özledim!


Bay Hipermen'in ardından eski sevgililerimi düşünmeye başlamıştım ki aklıma Bay Hipermen'le adaş olan Duman geldi...


Duman, beni hiç kırmadı, hiç incitmedi benden kilometrelerce uzak olan o adam.. Duman iyi anlaştığım sevgililerim arasında1. sırayı alır hep. Ayrıdır benim için. Ama O'nunlayken eksik olan bir şeyler vardı hep. Biz 'en yakın arkadaş' modundan   hiç çıkamadık. Bir insan sevgilisine ''mal, hayvan'' der mi yaaa!


Saatlerce gülerdik, evet kabul çok güzel vakit geçirirdik onunla ama ayrılınca bile yeni sevgililerimi anlatırdım ona. Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin kardeşim, bizden sevgili mi olur arkadaş mı? Arkadaşlığı da yok şimdi..


''Dön!'' desem, iki saniye düşünmez, döner eminim. Gerçi aynı durum benim içinde geçerli ya neyse. Ve eminim ki yine saatlerce güldürür sirke satan suratımı, unutturur bütün acıları, kötülükleri.


Belki diyorum... Belki çok iyi olur, belki değişmişizdir ikimizde. Ve belki O kişi O'dur. Sanırım bunu asla öğrenemeyeceğim. Arasam.. Ama onun aramasını isterim ilk. Güldürse yine saatlerce...


O'nu arayıp saatlerce anlattıktan sonra cevap vermesini beklemeden ''Şimdi söyle, yanına gelsem, yine Rüzgar Gülü der misin bana?'' desem ve ağlasam karşısında, utanmadan. Sonra diyorum, sonra pişman olur muyum?

7 Şubat 2012 Salı

Nilüfer'li Geceler Haram Bana...


Neden değer verdiğimiz insanlar bir gün gitmek zorunda. Mesela ''O''. Bay Hipermen, o benim hayatımda sahip olduğum (şimdiye kadar) en inanılmaz şeylerden biriydi. Ama her güzel şey gibi bir gün bir rüzgarla birlik olup, rüzgara karışıp uçup gitti.


Küçükken zeka oyunu oynadığımda kendimi çok zeki hissederdim; çocukluk işte. Her level atlayışımda sanki atomu parçalamış gibi kabarırdı göğsüm. BU şey gibi; İki katlı otobüsler vardı, asker yeşili renginde. Üst katta hemen şoförün oturduğu koltuğun üstüne otururdum ve hayali bir direksiyon yaratırdım kendime. O an dünyanın en iyi otobüs şoförü ben olurdum. Bence bunu hepimiz yapmışızdır bir kerede olsa.


İşte böylesine bir bağ kurmuştum Bay Hipermen'le. O benim iki katlı otobüsümdü. Ve ben onunlayken kendimi bulutların üzerinde uçabilen bir varlık gibi hissediyordum. Ama gitti. Ve ben o beyaz pamuğun üzerinden saatte 1500 km hız ile düştüm. Sonrada buradayım işte, müziğim, kahvem ve ben.. Biz üç kişiydik misali oturup konuşuyoruz, daha doğrusu ben konuşuyorum onlar bana eşlik ediyor. Beni bu ara anlayanlar onlar zaten.


Herkesi sıkıyormuş gibi hissetmek dünyadaki en kötü his sanırım... Oysa bunlara gerek kalmasa, gelse yanıma otursa ve kulağıma tek bir cümle fısıldasa ''Şimdi söyle, kalbine taşınabilir miyim? Ama tek bir isteğim var; hiç bir şey sorma olur mu? '' . Sizce sesim çıkar mı? Asla...


Nilüfer dinlemeye devam ediyorum; Yine bana haram geceler..

3 Şubat 2012 Cuma

Bir çocuk nefretle yakılır; Erimezse, etrafını aydınlatır.

Bu gün kandil... Gariptir ama kandillerden nefret ederim.. Daha doğrusu kandilde aramam gereken iki kişiden nefret ediyorum... Bayramlarda artık cazip gelmiyor aynı iki kişi yüzünden... Sonra bir baktım bir tanesi daha gelmiş şunu üç yap diye.. Yani sizin anlayacağınız; okeye dördüncü aranıyor...! Doğum günlerinden, Ziyaretlerden, Karne günlerinden ve irtibata geçebilme potansiyeli yüksek olan bütün günlerden nefret ediyorum... Diyorum ''kızım senin hayatında birtek bu üçlü mü var!'' Hayır ! Benim hayatımda olara karşı duyduğum sevginin paha biçilemez olduğu insanlarda var kabul... Ama hani insan istiyor be kardeşim... Bende isterdim arayıp ''canııııımmm .....mmm ((noktalı yere kişiye hitap şeklini koyunuz. bkz: ''hala'' vs.)) kandilin mübarek olsun, nasılsın..... '' diye başlayıp '' Bende seni çok özledim, onlarında selamı var sende öp benim için herkesi...'' diyerek bitirdiğim telefon konuşmaları olsun... Ama bizimkilerde telefonda bile bir laf çarpma sanatı görebiliyorsunuz... Bu kadar kin nereden geliyor beni 17 senedir 17 defa görmemiş insanlara anlayamıyorum... 
Kandil simitlerinin hastasıydım küçükken... Kokusu şimdi bile burnumdadır.. Ama aynı değil hiç bir şey.. Kandil simidi kokusundan başka, hiç bir şey eskisi gibi saf ve masum değil... Eskiden bana ne yaptıklarını anlamazdım. Oysaki bana kin'i nefret'i aşılıyorlarmış, büyüyünce, küçükken kurduğum hayallerden nefret edeceğimi kim söylerdi. Bir çocuğa bunu nasıl öğretebilirsin ki.. 
Masum bir çocuktum bende her çocuk gibi, ama büyüyünce her şeyin değişeceğini her çocuğa olduğu gibi bana da kimse anlatmadı, nereden bilebilirdim ki.. Şimdi ise yalnızlığın sevimsiz okları kalbime batıp duruyor gece, gündüz. İnanın bana yalnızlık herkesin hissedebileceği bir duygu değil. O yalnız kalmak ama arayabileceğin birisinin olması değil. O başka ve çok güçlü bir duygu. 
O'nu hissettiğinde iliklerine kadar üşürsün ve en kötüsü ne biliyor musun? O'nu hissettiğin an ölüm denen olgu çok basit gelir sana.. Bu en garibidir. Herkesin ''ölümüne'' korktuğu ''ölüm'' sana o an saçma ve basit gelir. Ama ölmezsin, savaşabilirim dersin. Savaşırsın da. Ama kazanan hep yalnızlık olur. 
O dönemi atlatabilirsen, etrafındaki insanlarla yetinmeyi de öğreniyorsun ve onlara daha fazla değer veriyorsun. İşte en muhteşemi de bu..

Kahvem yanımda, Barış Manço dinliyorum..

31 Ocak 2012 Salı

Biz ve İçimizde Kalanlar...

Ve her şeye rağmen nefretin sevgi ile uzaktan yakından bir akrabalığı yoktur.
Nefret: içinde kalanların, yaşayamadıklarının; karnında, kalbinde ve bunun gibi her hangi bir organında biriken sancısıdır. ''Ulan daha iyi olabilirdi!'' cümlesiyle başlayan hayaller kurup hayatımızı b*k ettikten sonra bütün suçu karşıdakine atıp ona sayıp sövmek istediğimiz bütün o şeylere nefret adını veriyoruz. Tiksindiğimiz (adam/kadın/ya da çevremizdeki herhangi birisi) o mu, yoksa kendi beynimizde kurduğumuz hayaller mi?

Küçükken (sanki şimdi çok büyüdüm ya!) bir köpeğim olsun diye Tanrı'ya yalvarmadığım kalmıştı! Aldık... Evet artık bir köpeğim vardı... Ama o ''ağızına tükürmek'' istediğim üst komşum (sonradan adam felç geçirdi)... Yöneticiye şikayet etti '' Bu köpek havlıyor!'' diye. Sanki gıdaklayacak! Geri vermek zorunda kaldım O'nu... Kaç gün ağladım bilmiyorum... Peki ben şimdi kimden nefret ettim... Komşumuz olan ''GERİZEKAĞLI'dan'' mı yoksa köpek için kurduğum hayallerden mi? Bence ben, hayallerime ve o çok yalvardığım Tanrı'ya küsmüştüm... Şu kulunu sevindirdin madem, neden geri alıyorsun be mutluluğumu! O yaştaki velete yapılır mı LAN bu!

30 Ocak 2012 Pazartesi

Kalbin, Kalbimin Sesini Kaç Kere Dinledi Ki..?

Eee, sonra... Bakın ben anlatıyım sonra ne olacak, güneş yeniden her gün inatla ve büyük uğraşlarıyla tekrar gülecek yüzümüze.. Gece ise bir başka güzel, kış günü göremesekte o parlaklığı, oralarda; bulutların arkasında biryerlerde olduklarını bilmek huzur vermeye yetecek.. Sonra özel bir insan olduğumuzu anlayana kadar uğraşacak hayat bizimle, sıkılıyo çünki durduğu yerde... Sonra gökkuşağının peşinden koşup ucuna ulaşmayı bekleyen bir çocuk olmak isteyeceğiz tekrar.. Hani o büyümek istediğimiz günler var ya, hah işte ! O günlere tekrar dönmek için nelerimizi vermeyiz gibi cümleler kuracağız... Bunları bile bile hatalar yapmaya devam edeceğiz ama.. Buda bazen garip gelecek, garipte zaten.. Ama biz buyuz ve herkes bir gün büyüyecek ya da herkes hep çocuk kalacak... :)

27 Ocak 2012 Cuma

15 Dakika Mola...

Elimde kitap, kar; bir cam uzaklıkta ve şeker kokulu kahvem.. Her şey güzeldi... Sonra bir boşluk hissettim, bir sürü şey geçiyordu aklımdan ama, hepsi farklı hikayeler, farklı anılardı...Sonra bir baktım 15 dakika geçmiş zaman denilen canavarın ardından... Kitabım elimde, yine aynı sayfa, kahvem soğumuş, ama kar; o hala bir cam uzaklıkta...

Bir Tutam Hayat

Hiç unutamadığım insanlar olacak hayatımda ve hiç hatırlamak istemediklerim. Arkamı dönüp baktığımda, terk edişlerim gelecek aklıma, kendimi kandırışlarım. Yanlışlarımı göreceğim, bir bir... Hiç gerçekleşemeyen o çocukluk hayallerim, üstüme demirden bir zırh giymişçesine canımı yakacak, yoracak beni.. Hiç olmamış dünlerim ve hiç istemediğim yarınlarım karışacak bugünüme. Yaşama sebeplerim hiç değişmeyecek ama. Ben yine hep aynı ben olacağım. Ben hep ''bu'' kalacağım. Ve mutlu olacağım.. Hemde benim bu duruşumdan, hayata bakış açımdan, davranışlarımdan mutlu ve memnun olmayan insanlara inat, Ben Hep Mutlu Kalacağım.. Ağladığımda, avazım çıktığı kadar bağırdığımda ve yine avaz avaz sustuğumda bile..